Müthiş bir sevgiliydi o. Her genç kızın rüyasını süsleyen cinsten. Beni her akşam pencerede beklerdi ne demek, ayak seslerimi duyar duymaz bulunduğu yerden kendini sokağa atar, evin bir üst sokağına çıkan basamakları hızla, nefes nefese tırmanır ve bana en bi güler yüzüyle hoş geldin derdi. Adeta kucağıma fırlatırdı kendini. Sonra birlikte inerdik sarmaş dolaş, akşama ne yiyeceğimizi, ne içeceğimizi planlar, daha sonra da kanepemize kıvrılırdık, yine sarmaş dolaş. Hiç söz etmezdi kendi dertlerinden. Varsa yoksa bendim. Hayatta daha önce hiç bu kadar gözümün içine bakan, beni anlamaya çalışan sevgilim olmamıştı. Başka bir sevgili aratmayan cinsinden bir sevgiliydi o. Böyle bir mutluluktu onunla olmak.

Güne birlikte başlanırdı. Birlikte duş alınır, diş fırçalanır, ve birlikte kahvaltı edildikten sonra yola koyulunurdu. O haytalığa gider, ben ise çalışmaya. Ama bunu dert etmemeyi de o öğretti bana. Onun varlığı, ve yanı başımdalığı yetmeliydi bana. Bunu dillendirmişti birkaç kez.
Komiklikler yapardı arada. Salt ben güleyim neşeleneyim diye ne gevezelikler ederdi.Yaşına bile bakmazsızın kaç kez amuda kalkmıştı karşımda. Birden bire olduğu yerden fırlar, havada akrobatik hareketler yapar, ve sonra tabii ki yine kucağıma düşerdi. Ne yapayım, benim de talihim bu kadarmış der gibi bakardı suratıma sonradan.
Hiç sesli soru sormazdı, özellikle, nasıl olduğuma dair. Ama bakışlarında, ben eğer biraz neşeli değilsem, hep o aynı soru işareti olurdu. Neden? Neyin var? Ne yapabilirim senin için? Bak, başımı koysam kucağına, gününün yorgunluğunu az da olsa alabilir miyim acaba? Bana lutufta bulunurdu varlığıyla adeta. Beni en kısa zamanda, fazla kurcalamadan mutlu etmekti derdi. Nasılsa dünyevi dertlere çözüm bulunmazdı. O zaman, önemli olan, birlikte geçirilen o anı mutlu yaşamaktı.
Öyle aklına gelen eline tabağını alıp yemeğini yemezdi bizim evde. Mutlak birlikte oturulurdu sofraya. Aile terbiyesi mükemmeldi. Hiç şüphesiz, görmüş geçirmiş bir aileden geliyordu. Sofra adabından da anlardı. Kimden tuz, kimden şeker isteyeceğini bilir, benim gibi gaddar bir sofra arkadaşından hiçbir şey istememesi gerektiğini çoktan anlamış biri olarak çatal kaşığımı sabırla ağzıma götürüşümü seyreder, ve afiyet olsun dileklerini esirgemezdi. Yıllar boyu sözünü etti bana, annesinin gençliğinde ona yedirdiği bol kolesterollü, yağlı tavuklardan ağzı sulanarak, ve yalvarırdı her defasında, ne olurdu sanki onlardan biraz daha yeseydi, dünya mı yıkılırdı..Ama işte ne yapayım..Ben de onu kendime saklamak istiyordum. Yıllara, hastalıklara yenilmeyen bir aşk olsun istiyordum.
Baş başa uyurduk biz onunla. Yüz yüze, el ele. Sanki bir de rüyalarımız karışırdı birbirine. Salt sevgi ve huzur dolu uyku ve rüyalar. Onunkinde garnitür olarak tabii ki birkaç tavuk olması ihtimal dahilindeydi. Sabah uyanıp ta birbirimizin gözbebeklerinden aynı şeyi okuduğumuzda bilirdik ancak, bir diğerinin kıymetini.
Kaplan Kedi, Kedi Kaplan.
Şimdilerde FIV+ ve
Ben Ona Hala Tapıyorum.
Sema Öğünlü
Kaplan, 1 Ekim 2003 tarihinde gökyüzünde
bir melek oldu.
Dünyaya bir misyonla gelmiş gibiydi.
Bize mükemmel bir
öğretmen oldu.
Son günlerinde bile
bizlere hastalığı ile
bir şeyler öğretti.
Huzur içinde uyu.
Seni çok seviyoruz.

|